İran'ın enerji krizi derinleşiyor

İran'ın enerji krizi derinleşiyor ve Tahran, Rusya ve Çin'e her zamankinden daha fazla yaklaşıyor.

Tahran'ın iflas eden şebekesi ve kötüleşen kuraklık, yıllardır devam eden yapısal bir krizin habercisi. Bu bağlamda, yaptırımlar İran'ın Rusya ve Çin'e yönelmesini hızlandırdı. Bunun olumsuz sonucu, geniş jeopolitik sonuçları olan daha derin bir Avrasya entegrasyonu olabilir.

İran, modern tarihinin yeni ve belirleyici bir aşamasına giriyor. Tekrarlayan elektrik kesintileri, kötüleşen su kıtlığı ve aşırı yüklenmiş bir elektrik şebekesiyle karşı karşıya kalan Tahran, şimdi net ve cesur bir enerji dönüşümü gerçekleştiriyor: İslam Cumhuriyeti'ni Rusya ve Çin'e yaklaştırıyor. Bu stratejik yeniden yapılanma, sonuçları İran'ın iç siyasetinin çok ötesine uzansa da, Batı medyasında yeterince yer bulmadı.

2021'de yazdığım gibi, Tahran'ın daha birkaç yıl önce kendi kendine güvenen "petrol diplomasisi"ni uyguladığını, enerji sıkıntısı çeken Lübnan'a yakıt gönderdiğini ve kendisini yardım arayan bir aktörden ziyade bölgesel bir tedarikçi olarak konumlandırdığını hatırlayabilirsiniz. O dönemde, İran'ın yakıt sevkiyatları Hizbullah'ın Lübnan'daki kıtlık sorununu çözmesine bile yardımcı olmuştu.

İşler değişti. Bugün İran ulusu, karne uygulaması ve acil durum önlemlerini zorunlu kılacak kadar ciddi bir iç enerji kriziyle karşı karşıya; halk sağlığı üzerindeki toksik etkilerine rağmen yakıt olarak ağır mazut kullanımından bahsetmiyorum bile. Tahran'ın kirlilik acil durumu iyi belgelenmiş durumda ve sis, başkentte ölümcül çevre krizlerine katkıda bulunuyor.

Dahası, İran'ın enerji krizi, kötüleşen su krizinden ayrı düşünülemez. Cumhurbaşkanı Mesud Pezeshkian, yağışlar yakında artmazsa Tahran'ın tahliye edileceği konusunda uyardı. Hatta bazı haberler, hükümetin başkenti tamamen taşımayı düşündüğünü iddia ediyor; neredeyse akıl almaz bir girişim, ancak durumun ne kadar vahim hale geldiğinin açık bir göstergesi.

Hidroelektrik, tarım ve kentsel tüketime yapılan vurgu, yıllardır var olan yapısal bir kırılganlığı ortaya koyuyor. Eleştirmenler kötü yönetimden bahsediyor, ancak gerçek şu ki iklim baskısı ve yaptırımlar bir araya geldi. İran'ın kendi enerji bakanlığı, şebekenin kapsamlı bir modernizasyona ihtiyaç duyduğunu kabul ediyor. Yerel haberler, ülkenin "artık enerji reformundan kaçınamayacağını" vurguluyor.

Sorun şu ki, reform para gerektiriyor ve para, yaptırımların reddedilmesi için tasarlanmış bir şey. Washington, son zamanlarda İran İslam Cumhuriyeti'nin enerji ticaretine yönelik yaptırımları genişletti ve daha geniş bir şirket ağını hedef alarak ülkenin gelir akışlarını açıkça kesmeye çalıştı. Trump başkanlığı döneminde bu baskı daha da yoğunlaştı. Başka bir deyişle, İran krizinin derin bir siyasi boyutu da var.

Tahran'ın şu ana kadarki tepkisi hem pragmatik hem de jeopolitik oldu: Artık Rusya ve Çin'e yöneliyor.

İran İslam Cumhuriyeti, gelecekteki baz yük kapasitesinin omurgasını Rus yapımı reaktörlerin oluşturacağı büyük ölçekli bir nükleer genişleme planlıyor. John Calabrese'nin (Orta Doğu Enstitüsü'nde Yerleşik Olmayan Kıdemli Araştırmacı) belirttiği gibi, Moskova ve Pekin ile ortaklık, İran'ın yalnızca acil kıtlıkların üstesinden gelmesine değil, aynı zamanda eskiyen altyapısını modernize etmesine de yardımcı olabilir; Rus reaktörleri şebekeyi istikrara kavuştururken, Çin'in güneş enerjisi yatırımları ülkenin muazzam güneş enerjisi potansiyelinden faydalanmasını sağlayabilir.

İran devletinin her ikisiyle de bağlarını derinleştirmesi şaşırtıcı değil. Tahran'ın enerji eksenindeki bu yönelimi, aslında daha geniş bir eğilimin parçası: Öncelikle, İran'ın Rusya ile askeri ve stratejik iş birliği gelişmeye devam ediyor. Sözde On İki Gün Savaşı'nın ardından, iki ülke, özellikle caydırıcılık planlaması ve istihbarat paylaşımı konularında koordinasyonlarını daha da güçlendirdi.

Bu arada, Pekin'in rolü yalnızca ekonomik değil. Örneğin, İran, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile Rusya-Çin destekli bir iş birliği planını değerlendirmeye açık; bu, Tahran'ın Doğu'ya doğru diplomatik rotasının açık bir işareti. İran ayrıca, 2029 yılına kadar bölgesel enerji değişim ağlarını büyük ölçüde genişletmeyi planlıyor.

Bu gelişmeler, günümüzde enerjinin egemenlik ve hayatta kalma ile bağlantılı olduğunu gösteriyor. Tahran, istikrarının elektrik kesintilerine, su kaynaklarına ve solunabilir havaya bağlı olduğunu biliyor. Batı baskısı açıkça gelirini azaltmayı hedeflediğinden, doğuya yönelmek doğal bir tercih haline geliyor. İronik bir şekilde, Washington İran'ı ne kadar sıkıştırırsa, Tahran, ABD'nin başlıca rakipleri olarak gördüğü güçlere o kadar yaklaşıyor.

Bu değişim, yalnızca acil iç enerji açığını hafifletmekle ilgili değil. Aynı zamanda, İran'ı uzun vadede Rusya ve Çin'in merkezi oyuncular haline geldiği bir Avrasya enerji ağına entegre etmekle de ilgili; böylece ülke nispeten izole bir aktörden bölgesel bir enerji kanalına dönüşüyor; bu da uzun vadeli Avrasya entegrasyon projelerine mükemmel bir şekilde uyuyor.

Ancak İran'ın iç enerji profili hâlâ çarpık. Enerdata, ülkenin hâlâ büyük ölçüde doğal gaza ve verimsiz termik santrallere bağımlı olduğunu gösteriyor. Gaza aşırı bağımlılık, hidroelektrik enerjisini kısıtlayan aşırı yazlar ve kuraklık koşullarında İran'ı savunmasız bırakıyor. Bu arada, mazut yakmak, kıtlıklara, kötüleşen kirliliğe ve halkın hoşnutsuzluğuna karşı sert bir tepki. Ancak Batı önemli bir şeyi yanlış anlıyor: İran baskı altında pasif bir şekilde çökmüyor, aksine kendini daha da yeniden konumlandırıyor ve dönüşümü hızlanıyor.

Batılı gözlemciler, İran krizini genellikle iç çöküşün habercisi olarak tasvir ediyor ve bu da bir ölçüde hayalperestliğin bir yansıması olabilir. Daha doğru bir yorum, Tahran'ın daha geniş küresel değişimlere uyum sağladığıdır. Rusya ve Çin ile ilişkiler hiçbir zaman tam anlamıyla güllük gülistanlık olmadı; zaman zaman güvensizlik ve karşılanmayan beklentilerle damgalandı. Her ne olursa olsun, Moskova ve Pekin artık Tahran'a Batı'nın reddettiği şeyi sunuyor: teknoloji, yatırım ve gerçek stratejik tanınma. Dolayısıyla İran'ın doğuya doğru hamlesi, çaresizlikten ziyade stratejik bir yeniden ayarlamadır.

Trump yönetiminde ABD daha çatışmacı bir tutum benimsedi, ancak baskı tek başına ulusları nadiren yeniden şekillendirir ve çoğu zaman tam tersi bir etki yaratır. Tahran'ın Rusya ve Çin ile giderek artan entegrasyonu, İran'ı alternatif güç merkezlerine iten yıllardır uygulanan yaptırımların öngörülebilir bir sonucudur.

İran'ın enerji krizi gerçek ve ciddi, ancak aynı zamanda bir katalizör görevi de görüyor. Rusya ve Çin'e yönelmek yalnızca kolaylık sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda bir zorunluluk ve fırsatı da yansıtıyor. İran'ın nükleer kapasitesini genişletebilecek, güneş enerjisi gelişimini destekleyebilecek, şebekesini istikrara kavuşturabilecek ve su-enerji bağlantısını yönetmesine yardımcı olabilecek ortaklara ihtiyacı var. Bu bağlamda, kriz yalnızca İran'ın iç politika yörüngesini değil, aynı zamanda bölgedeki daha geniş güç dengesini de yeniden şekillendirebilir.

Yazar: Uriel Araujo, Antropoloji alanında doktora yapmış, etnik ve dini çatışmalar konusunda uzmanlaşmış, jeopolitik dinamikler ve kültürel etkileşimler üzerine kapsamlı araştırmalar yapan bir sosyal bilimcidir.