Özdağ'dan Asgari Ücret Çıkışı
Prof. Dr. Ümit Özdağ, haftalık olağan basın toplantısında Türkiye gündemini değerlendirdi.
Prof. Dr. Ümit Özdağ: “Değerli yurttaşlarım, kıymetli basın mensupları, değerli Zafer Partililer; Büyük Türk milletinin huzurunda, bu haftaki millet toplantımızı başlıyoruz. Zafer Partisi’nin yükselişi devam ediyor. Partimiz anketlerde 4. parti konumunda ve 3. parti oluşa doğru emin adımlarla ilerliyor. Şundan eminiz Zafer Partisi 3. parti olduğu andan itibaren yurttaşlarımızın bugün ağır endişeler hissettikleri birçok konuda çözülme süreçleri de başlayacak. Türkiye’nin geleceğiyle ilgili endişeler azalacak. Zafer Partisi’ne güçlü katılımlar da devam ediyor. Bugün de partimize Sayın Prof. Dr. Ferit Saraçoğlu katılıyor. Sayın Saraçoğlu‘nu topluma, siyasete ve devlete olan katkılarını bilenler biliyor. Sayın Saraçoğlu aramıza hoş geldiniz. Önümüzdeki günlerde yeni katılımlarla devam edeceğiz.
Değerli basın mensupları, AK Parti Genel Başkanı Sayın Erdoğan Anadolu’da 1 Aralık’ta yaptığı konuşmada Anadolu’da 4 yeni sanayi koridoru kurduklarını söylemiş ve sanayinin İstanbul’dan Anadolu illerine taşınmasını teşvik edeceklerini söylemiş. Erdoğan’ın danışmanları ve metin yazarı sonunda Zafer Partisi’nin seçim programını anlaşılan okumuşlar. Zafer Partisi Seçim Bildirgesi sayfa 56’da ‘4 Deniz 4 Bölge Sanayi ve Ticaret Koridorları. AK Parti’ye hayırlı olsun.
Zafer Partisini 2021’de kurduğumuzda “4 Deniz 4 Bölge” projesini de geliştirmiştik ve Marmara bölgesinde yoğunlaşan sanayinin artık taşınamaz ve Türkiye için bir milli güvenlik tehdidi olduğunu, bu bölgedeki yoğunlaşmanın Anadolu’da 4 liman etrafında organize edilmesi gereken sanayi ve ticaret koridorlarına nakledilmesi ve bunların teşvik edilmesi gerektiğini söylemiştik ama bu öyle başı boş olmaz. Herkes istediği yere istediği sanayi tipini değil, bunun planlanması gerekiyor. Erdoğan’ın danışmanları anlaşılan bizim programımızı eksik okumuşlar. Sanayinin aynı zamanda bir planlamayla ve madencilik sektörüyle, taşımacılık sektörüyle, tarımla entegre edilmesi gerekiyor.
GAP Bölgesi’nden çok daha büyük bir kalkınma hamlesini Zafer Partisi’nin ‘4 Bölge 4 Deniz’ projesi temsil ediyor. Bu projeyle biz 3. bir kalkınma stratejisi ortaya koyduk. Peki, AK Parti Zafer Partisi’nin programından kesip yapıştırdığı bu programı gerçekleştirebilir mi? Hayır, gerçekleştiremez çünkü AK Parti’nin neoliberal üretim karşıtı plansız programı ile böyle bir projeyi gerçekleştirilme ihtimali yok. Devlet Planlama Teşkilatı gibi muhteşem bir teşkilatı kapatan bir siyasi partinin sanayi kalkınma planı da olamaz ve uygulanamaz. AK Parti’nin sanayi politikalarının sanayiyi Anadolu’ya yaymadığını fakat Mısır’a, Çin’e ve Balkanlar’a yaydığını biliyoruz. Artık hem sanayi üretimi düşüklüğü hem tarımsal üretimdeki yetersizlik nedeniyle, ağır bir sanayi krizi ve ağır bir gıda kriziyle ülkemiz karşı karşıya. 23 yıllık AKP iktidarının geldiği bu vahim nokta, artık ağır bir ekonomik krizi değil buhranı yaşadığımızı gösteriyor.
AK Partili danışmanların Zafer Partisi Programını daha iyi okuması yanında partimizin düzenlemiş olduğu çalıştayları da izlemelerini öneririm. 30 Kasım’da 16 milyon emekli, dul ve yetimi temsil eden STK’larla tam gün Ankara’da bir çalıştay gerçekleştirdik. Açlıkla mücadele eden 16 milyon emekli, dul ve yetimin sorunlarını ve çözüm yöntemlerini konuştuk. 7 Aralık 2025 Pazar günü saat 14.00’te de Zafer Partisi Genel Merkezi’nde yapılacak Asgari Ücret ve Geçim Standartları Çalıştayımız var. Bu çalıştaya tüm vatandaşlarımızla birlikte Ak Partili danışmanları da davet ediyorum. Umarım gelirler doğru not alırlar ve yararlanırlar. Gelin, emeğimizin karşılığını ve hak ettiğimiz yaşam standardını, bu standarda nasıl ulaşabileceğimizi burada tartışalım ve değişik yollar üzerinde birlikte düşünelim.
Değerli basın mensupları,
Bir ekonomi programının performansı için bakılacak ilk parametrelerden bir tanesi hiç şüphesiz büyüme oranlarıdır. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Devlet Planlama Teşkilatı kökenli bir siyasetçi. 2 Kasım’da büyüme rakamlarını açıkladı. Yılmaz’a göre 2003-2025 döneminde küresel ekonomi ortalama %3,3 büyürken, AKP idaresindeki Türkiye % 5,4 büyümüş. Hep verdiğim bir örnek vardır. Bir futbol takımının antrenörü o futbol takımını lig başladıktan sonra diyelim ki 8. sırada aldı, onun takımı almasından sonra takım daha fazla gol attı daha az gol yedi ama lig bittiğinde takım 8. sıradan 13. sıraya geriledi. İşte AK Parti’nin 2003-2025 yılları arasında Türk ekonomisini getirdiği nokta budur. Dünyada ekonomik büyüklük olarak 16. sıradan 23. sıraya gerilemiş bir Türk ekonomisi vardır onun için Cevdet Yılmaz’ın açıklamış olduğu rakamların hiçbir değeri ve gerçekliği yoktur. Üstelik rakam ne yazık ki Yılmaz’ın söylediği 5,4 değil, 4,4’tür 2003-2025 arasında. Bunun da 57. hükümet döneminde hazırlanan programın uygulandığı ilk AK Parti dönemine çıkartıp 2008-2025 üzerinden 17 yıllık kalkınma sürecini değerlendirirsek 3,9 ortalama olduğunu görüyoruz ki, bu Türkiye Cumhuriyeti tarihi ortalamasının da altındadır.
Değerli Zafer Partililer, değerli basın mensupları,
Dün TÜİK aylık enflasyon verilerini açıkladı. Çok eğlenceli aylık enflasyon 0,87 yıllık 31,07 olmuş. Uganda’da. Aslında TÜİK’in ismini değiştirmek lazım. ‘T’ Türkiye’yi temsil ediyor. Başına ‘U’ getirirsek UİK olacak. Bakın dün yine ENAG yaptı enflasyon verisini. Aylık 2,13 yıllık 56,82 olarak açıkladı. İstanbul Ticaret Odası verilerine göre de aylık enflasyon 1,19 ve yıllık 38,28. AK Parti’ye göre ülkemiz adeta ekonomik bir çağ atlama durumda ama hayatın gerçekleri çok farklı. Biraz sokağa çıkmaya cesaret edin, pazarda dolaşın, pazarda dolaşan AK Partili görmüyoruz. AK Parti teşkilatını pazarda, AVM’de, sokakta, esnaf ziyaretinde görmüyoruz çünkü hayatın gerçekleriyle karşılaşma cesaretini göstermiyorlar.
16 milyon emekli, dul ve yetime 16 bin 881 lira veriyorsunuz ve bu insanların insan gibi yaşaması gerektiğini söylüyorsunuz. Bu parayla siz geçinebilir misiniz? 3 gün geçinirsiniz. Saraydaki danışman ekibe tavsiyem, biraz sokağa çıkıp halkın arasında dolaşmalarıdır. Ayrıca dün açıklanan ve yıllık bazda yüzde 31 gösterilmek için büyük çaba sarf edilen enflasyon rakamı bile AK Parti’nin yılbaşında bu sene için açıklamış olduğu yüzde 17,5 hedefinin tutmadığını gösteriyor. Yüzde 100 oranda yanılmışsınız arkadaşlar. Şimdi bu rakamlarla Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda 2026 yılı bütçesinin görüşülmesine 6 Aralık’tan itibaren başlanacak. Bütçe gelirlerine baktığımızda vergi adaletsizliği diye okumamız gereken dolaylı vergi-dolaysız vergi oranlarında iyileşme olmadığını görüyoruz. Dolaylı vergiler, yüzde 65’ini oluşturuyor vergilerin. Yani vergi yükü dar gelirli, sabit gelirli vatandaşlarımıza yüklenmeye devam ediyor. Fakir daha fakir, zengin daha zengin oluyor. 2026 bütçesi de fakirin fakirleştiği, zenginin zenginleştiği bir bütçe olacak. Bütçedeki yatırım harcamalarının milli gelire oranı da 2026’da 2025’e göre 0,3 düşerek 2,4 iniyor. Yani ‘biz yatırım yapıyoruz’ diye övünüyorsunuz ama vatandaştan topladığınız vergiler vatandaşa yatırım olarak dönmüyor.
Tabi bütçe performansına bakıp AKP’nin faiz ödemelerine bakmamak da olmaz. 2025 yılında bütçeden ödenen faiz tutarı 54,3 milyar dolar değerli arkadaşlar. 2026’da bu tutar 61,3 milyar dolara çıkıyor. Şimdi Ulaştırma Bakanı, Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün maliyeti için 3 milyar dolar demişti. Demek ki bu sene sadece faize ödenen parayla 20 tane Yavuz Sultan Selim Köprüsü yapılabilir. Ekonominin durumu bu. 2026 bütçesi bir fakirleşme bütçesi olacak ne yazık ki Türk milleti için.
Sevgili yurttaşlarım, değerli basın mensupları
Geçtiğimiz hafta çok vahim bir gelişme de Karadeniz’de yaşandı. Biliyorsunuz Rusya-Ukrayna arasındaki savaş devam ediyor. Bu savaşın Amerika ile Rusya arasında yapılan bir anlaşma çerçevesinde sona ermek üzere olduğu o aşamaya doğru ilerlediği anlaşılıyor. Ve araya giren bazı güçlerin bu süreci engellemek için değişik müdahalelerde bulundukları da yine görülüyor. Bu çerçevede Ukraynalı İHA ve SİHA kullanıcıları Türk ekonomik sularında, Münhasır Ekonomik Bölgede Rus gemilerine saldırdılar. Şimdi bu Türk kara suları olmamakla birlikte bu sular Türkiye'nin deniz yetki alanı içerisindeki sular ve Ukrayna'nın bu saldırısı açık deniz trafiğine taciz edici, rahatsız edici bir saldırı ve Türkiye'ye de saygısızlık olan bir saldırı.
Sevgili yurttaşlarım, değerli basın mensupları
Geçtiğimiz hafta çok vahim bir gelişme de Karadeniz’de yaşandı. Biliyorsunuz Rusya-Ukrayna arasındaki savaş devam ediyor. Bu savaşın Amerika ile Rusya arasında yapılan bir anlaşma çerçevesinde sona ermek üzere olduğu o aşamaya doğru ilerlediği anlaşılıyor. Ve araya giren bazı güçlerin bu süreci engellemek için değişik müdahalelerde bulundukları da yine görülüyor. Bu çerçevede Ukraynalı İHA ve SİHA kullanıcıları Türk ekonomik sularında, Münhasır Ekonomik Bölgede Rus gemilerine saldırdılar. Şimdi bu Türk kara suları olmamakla birlikte bu sular Türkiye'nin deniz yetki alanı içerisindeki sular ve Ukrayna'nın bu saldırısı açık deniz trafiğine taciz edici, rahatsız edici bir saldırı ve Türkiye'ye de saygısızlık olan bir saldırı.
Türkiye, savaşın başından beri Montrö Boğazlar Rejimini tavizsiz bir şekilde uyguluyor. Rusya ve Ukrayna ile eşit mesafede bir süreci sürdürüyor. Bakın biz AK Parti hükümetini birçok noktada eleştiriyoruz ama Rusya-Ukrayna savaşı sırasında almış olduğu, uygulamış olduğu politikaları da doğru buluyoruz. Fakat şimdi yapılan bu saldırı karşısında gösterilen tepkiyi de yetersiz görüyoruz. Ukrayna Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığı'na çağırarak Ukrayna bu saldırıları durdurmak ve Karadeniz'de savaşı tırmandırma doğrultusunda ağır şekilde uyarılmalıdır.
Kıymetli basın mensupları,
Geçen hafta bir başka rezaleti, egemenliğimizle ilgili Cizre'de yaşadık. Barzani gruplarına mensup, ağır silahlı ve üniformalı peşmergeler, artık hiçbir resmi görevi olmayan Barzani’ye refakat ederek Cizre'ye geldiler. Bu kabul edilemez bir görüntüydü. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin devlet olma niteliğine saldırıydı, egemenliğine saldırıydı. Bir resmi görevli ülkemizi ziyaret ettiği zaman veya Türkiye'den bir resmi görevli bir başka ülkeyi ziyaret ettiği zaman, daha önceden korumalarının silah bilgileri karşı tarafa bildirilir. Bu tabanca olabilir. Makinalı tabanca ve makinalı tüfek olamaz. Amerika Birleşik Devletleri veya Rusya Devlet Başkanları da Türkiye'yi ziyaret ettikleri zaman, yakın koruma ekiplerinin tabanca dışında bir silah taşıma yetkileri yoktur. Ne olmuş ise, peşmergeler makinalı tüfeklerle ve üniformalı olarak Türkiye'ye girmiş ve videolarda da görüyoruz, polis özel harekât mensuplarına aşağılayıcı ve alaycı şekilde bakışlar atarak ortada arzı endam etmişlerdir.
Biz Zafer Partisi olarak bu hususu görüntüleriyle birlikte sosyal medyada gündeme getirince gerek saraydaki danışmanlardan gerek Milliyetçi Hareket Partisi'nden tepkiler geldi. Böyle şey olur mu? Devlete yönelik böyle bir terbiyesizlik yapılır mı? Şeklinde eleştirilerin yükseldiğini hayretle gördük. Demek Zafer Partisi iktidarında böyle şeyler oluyormuş ki muhalefet de bizi eleştiriyor! Beyler siz ne içiyorsunuz ya? Bu yaşanan rezalet 29 Ekim 2014'te Peşmergelerin Türkiye sınırlarına girip, Türkiye sınırları içinde yüzlerce kilometre ilerledikten sonra Suriye'de Ayn El Arab’a, PKK'ya yardıma gittiklerindeki rezalete benziyor. Bu rezalet, Habur'da taşıma mahkeme, çadır mahkeme kurulduğu günlerdeki Habur rezaletine benziyor. Bu konuda derhal soruşturma açılmalı ve bu rezalete neden olanlarla ilgili gereken cezalar hiç beklemeden, kamuoyu oyalanmadan verilmelidir.
Yine bir başka egemenliğimize saldırı, dört bir yandan geliyor saldırılar. ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın geçen hafta yapmış olduğu açıklamada ortaya çıktı. Tom Barrack, Heybeliada Ruhban Okulu'nun Eylül 2026'da açılmasının hedeflendiğini duyurdu. Tom Barrack’ın Amerikan Büyükelçisi olmak dışında bir başka yetkisi ve görevi mi var acaba Türkiye'de? Türk hükümeti adına açıklama yapma yetkisine mi sahip? Tom Barrack, Türk hükümetinin almış olduğu kararlıları Türk halkından daha önce bilip, acaba bir ikinci sözcü olarak mı konuşmaya başladı? Eğer öyleyse bilelim. Hani son bazı devlet memurlarına otuzar bin lira fazladan zam yaptınız ya dün, büyük devlet memurlarının büyük bir bölümünü bunun dışında bırakarak, eğer böyle bir görevi varsa Tom Barrack’a da yapın böyle bir zam. Bu açıkça iç işlerimize müdahaledir ve kabul edilmesi mümkün değildir. Öte yandan şunu da biliyoruz ki Trump'la yapmış olduğu ziyaret sırasında, Trump bu konuyu gündeme getirdiğinde Erdoğan, biz zaten üzerimize düşeni yapmaya hazırız demişti.
Önce tarihe ve hukuka bakalım. Zafer Partisi olarak altını çizerek söylüyoruz. Heybeliada Ruhban Okulu bağımsız bir okul olarak Türk Devleti'nin yetki alanı dışında açılamaz. Demokrat Parti döneminde 1951'de kanuna aykırı olarak bir özel statülü yüksek okul düzenlemesi yapıldı. Ancak 1971'de özel okulların anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla Danıştay'a bir dava açıldı. Ve Anayasa Mahkemesi de Tevhid-i Tedrisat yasası bağlamında özel yüksek okulları kapattı. Ve Anayasa Mahkemesi bu kararı alırken Fener Rum Kilisesi, Ruhban Okulu'nun özel statüde devam etmesini istedi, devletin denetiminde olmasın dedi, bu kabul edilmedi ve okulu kendileri kapattılar. Esasen böyle bir düzenleme Lozan Antlaşması'nın 40. maddesine açık şekilde aykırıdır. Lozan Antlaşması'nın 40. maddesi şöyle söylüyor: Müslüman olmayan azınlıkların okul kurma, yönetme ve denetleme konusunda hukuken ve fiilen diğer Türk vatandaşlarıyla eşit haklara sahip olduğu vurgulanır. Onun dışında bir hakka sahip olamazsınız. Türklerin açtıkları okullar eğer hukuk denetimi altında, bakanlıkların denetimi altında, yokun denetimi altındaysa, Türkiye'deki herhangi bir azınlığın açtığı okul da bunların altında olmak zorundadır.
Yine anayasamızın 42. maddesine aykırıdır. Çünkü Türkçe’den başka hiçbir dilin eğitim ve öğretimde kullanılamayacağını anayasanın 42. maddesi çok net bir şekilde ifade ediyor. Tabii anayasamızın yürürlükten kaldırılan bir de 10. maddesi var. Bütün yurttaşların kanunun önünde eşit olduğu maddesi. Anayasanın 10. maddesi de böyle bir düzenlemenin mümkün olmadığını gösteriyor. Bu bakımdan Amerikan Büyükelçisi Yunan basınına ve Türkiye'ye Heybeliada okulun açılacağına dair bir müjde verebilir. Ama bu hukuken mümkün değildir. Öte yandan şunun da altını çizelim ki Batı Trakya'da Türk azınlık Yunan devletinin faşist baskıları altında her gün ezilirken kendi yöneticilerini, müftülerini seçme hakkı verilmezken burada uluslararası bir lobi oluşturarak Türkiye Cumhuriyeti devleti üzerinde ve siyaseti üzerinde Ruhban Okulu'nun ve kilisenin baskı yapma girişimi de kabul edilemez. Biz bu konudaki çalışmalarımızı gündemde tutmaya devam edeceğiz. 9 Aralık'ta bir genel başkan yardımcımız Sayın Özcan Pehlivanoğlu başkanlığında Zafer Partisi'nin bir heyeti Heybeliada’da tamamlanmış olan ve perdelerin arkasında saklanan Heybeliada Ruhban Okulu'nun önünde partimizin bu konudaki görüşlerini bir basın toplantısıyla tekrar kamuoyuyla paylaşacaklar.
Değerli yurttaşlar, kıymetli basın mensupları,
İkinci Öcalan ve PKK terör örgütüyle müzakere süreci devam ediyor ve ülkemiz adeta bu alanda kuşatılmış durumda. Bölücü açılımıyla iyice şımaran terör örgütü ve terör örgütünün elebaşları, Öcalan isimli bebek katili, narko-terörist serbest bırakılmadıkça ilave bir adım atmayacaklarını söylüyorlar. Şimdi buradan Öcalan ile müzakereleri planlayan, Öcalan katiline kurucu önder diyerek umut hakkı ile serbest bırakılmasının önünü açanlar, İmralı'ya gidilmesi için kendini öne atanlar, size soruyoruz, bu şımarıklığı, bu devleti tehdide uzanan terbiyesizliği sizin zaaf içindeki politikalarınız neden olmadı mı? Cesareti kimden alıyor acaba bu örgüt? Bahçeli ‘ok yaydan çıkmıştır gemileri yaktık’ diyor. Sadece gemileri değil Atatürk Cumhuriyeti'ni baştan sona yakmaya hazırlanıyorsunuz. Tehlikenin böylesine yükseldiği bir ortamda Cumhurbaşkanı'nın hukuk başdanışmanı Mehmet Uçum devrimci sıçramaların olacağı bir ortamdan bahsediyor. Cumhuriyetin kurulması kadar önemli gelişmeler yaşanacakmış. Bu çok büyük bir laftır. Mehmet Uçum ya cumhuriyetin nasıl kurulduğunu bilmiyor ya da yeni bir cumhuriyet kurmanın arifesinde olduğumuzu açıklıyor. 15 Temmuz öncesi terör örgütleriyle müzakere eden, açılımları organize eden ve sonra terör örgütlerinin tahkimat ve hendekler oluşturarak devleti tehdit etmesini jandarma ve polis özel harekatın kıymetli mensuplarının şehit edilmesine neden olan politikaları kim uygulamıştı hatırlayalım. Demokratik devrim, devrimci sıçrama gibi SSCB'yi bile yıkan Glasnost söylemlerini bırakıp hemen terörle mücadeleye geri dönün yoksa devleti yıkılma sürecine sokarsınız. Biz buna izin vermeyiz. Türk milleti devletine sahip çıkar.
Değerli vatandaşlar, değerli Zafer Partiler, değerli basın mensupları,
AK Parti Genel Başkanı Erdoğan'ın yaptığı bir açıklama da içimizi büyük bir endişeyle doldurdu. Ne yazık ki Türk siyaseti şimdiye kadar bu açıklama üzerinde çok durmadı. Ama durulması gerekiyor. Erdoğan şöyle söyledi: 86 milyonla birlikte kendini bu topraklara ait hisseden 10 milyonları da yanımıza alarak hep beraber yepyeni bir destan yazmaya başlayacağız. Sayın Erdoğan, kendisini bu topraklara ait hisseden 10 milyonluk kitle kim? Evet, kim bu 10 milyonluk kitle? Bunlar Suriyeli sığınmacılar ve dünyanın dört bir yanından kaçarak ülkemize gelen kaçaklar mı? Bunları nasıl yanınıza almayı düşünüyorsunuz? Bu 10 milyonların kendilerini Türk topraklarına ait olduğunu nasıl belirlediniz? Bunun bir teslimi var. Bu 10 milyonlara vatandaşlık mı vermeyi planlıyorsunuz? Konuşmanızda ifade ettiğiniz yepyeni ufuklar nasıl ufuklar? Türkiye'yi dünyanın sığınmacı ve kaçak toprak kampı yapmak mı? Ya da Anayasamızın 66. maddesinde tanımı bulan ulus devleti yerine sizin ifadenizle Türk-Kürt-Arap birlikteliği yani konfederal bir yapı mı düşünüyorsunuz? Türk milleti bu sorunun cevabını sizden bekliyor.
Aralık ayıyla birlikte asgari ücret belirleme süreci de başladı. Tabii böyle bir bütçeden nasıl bir asgari ücret çıkar? Böyle zengini zengin, fakiri fakir yapan ekonomik politikaya sahip bir yönetimden nasıl bir asgari ücret çıkar? 30 bin lira civarında olacağını konuşuyorlar. Ama 30 bin lira daha şimdiden açlık seviyesinde bir ödeme. Zafer Partisi asgari ücretin ve en düşük emekli maaşının 45 bin lira olması gerektiğini düşünmektedir. AK Parti'nin mevcut tablosu ise asgari ücretli çalışanlarımızı tarihin en ağır geçim sürecine mahkûm ettiğini gösteriyor. Oysa bu tablo bir hata veya kader değildir. Hükümetin yıllardır uyguladığı yanlış ve kasıtlı ekonomik tercihin bir sonucudur. İktidarın Türk halkının alın teri üzerinden kurduğu bir yoksullaştırma düzenidir. Anlaşılan odur ki yoksul ve yardıma muhtaç halkın daha kolay yönetileceğini düşünüyorlar. Zafer Partisi olarak açıkça ifade ediyoruz. Türk milleti açlık sınırının altında bir asgari ücrete mahkûm edilemez. Geçim standartları bir lütuf değil, her vatandaşın doğuştan hakkıdır. Emeğin değeri siyasi pazarlıklarla değil, ülkenin gerçek yaşam maliyetiyle belirlenmelidir. Türk milletinin refahı sarayın değil, emeğin siyasetiyle sağlanır. Asgari ücret haktır, geçim insanlığının temelidir, bedeli düşürülemez, pazarlığı olmaz. Zafer Partisi olarak bu ülkenin işçisinin, emekçisinin, memurunun ve emeklisinin yanında olmaya devam edeceğiz. Onların haklarını savunmaya, Türk milletinin egemenliğini savunmaya kararlılıkla bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da bütün Zafer Partisi kadrolarıyla devam edeceğiz.”
Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın erken genel seçim hakkında gelen soruya verdiği cevap: “Ekim 2026'da bir erken genel seçim, en uygun olan seçimdir. AK Parti, Cumhur İttifakı artık Türkiye'yi taşıyamıyor. Ve ekonomik buhranın 9. senesine girerken, bir yandan da Cumhuriyetin kuruluşu döneminde olduğu kadar önemli gelişmeler olacak diyerek, cumhuriyetimizin varlığını tehdit edecek gelişmelere kapısını açmaya çalışan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Böyle bir yaklaşımın demokratik bir meşruluğu yok. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bir karşılığı yok. Özetle, Türkiye'nin hızla bir erken genel seçime giderek Türk milletinin önünü açması gerekiyor.”